17 Kasım 2009 Salı

Sesli Sedalı



Blog dünyamdaki sessizliği bozmak istedim bugün.. Yazmayı, okumayı, okunmayı seviyorum, sevmesine de.. Ne bileyim, bazen bir an geliyor, yazdığım onca sözcüğün uzay boşluğuna karıştığı fikri bana geçici bir hüsran duygusu veriyor.. Ne bileyim, biraz daha etkileşimli olmalı sanki burası, yazdığın üstüne birçok insan yorum bırakmalı, en az yazı kadar yorum da altta kendine yer bulmalı.. Ancak gerçekler öyle değil.. "Yazdıkların çok soyut kalıyor.." dedi bir arkadaşım, bu soyutluk belki de yorum yapmayı engelliyordur, kabilinden bir sav ile geldi.. Düşündüm, yok.. Hayır.. Bu kadar basit olmamalı.. Yazdıkların anında okunacak ve üzerine kafa patlatılmayacak konular üzerine olduğunda elde ettiğin itibardan keyif alamıyorsan, ne olacak..? Sonuçta gündelik hayatta yaşadığım her bir kişisel hadiseyi buraya taşırsam kendimi “yeleğiyle pencere kenarında oturmuş, kucağında kedisi olan şu teyze" gibi hissederim:


Hayır, teyzenin hayat sevinci, keyfi, zekası vb. üzerine laf söylemek gibi bir densizlik yapmıyorum.. Ama o teyzenin kıvamına gelmedim henüz.. Geldiğimde elbette burada kişisel lahzalardan ufak ufak dem vururum.. Şimdi biraz daha etkin hissediyorum kendimi, hayal gücünden, algıdan, düşünceden, üzerine konuşulabilecek konulardan bahsediyorum.. Ne bileyim, burada kendimi tanıtmak istemiyorum.. Birileri benim hayatımı görsün, bilsin, istemiyorum.. Facebook mantığı biraz bu.. Şurada yer, burada içerim; bunu izler, bunu okurum, bunu sever, bundan nefret ederim, burada yatar, şurada kalkarım.. Yazın burada tatil yapar, kışın bu sıcacık evde yaşarım.. Facebook’ta var mıyım, varım.. O kısmıyla ilgilenmiyorum ben.. Oraya kendimle ilgili birçok bilgiyi sıralarsam kim benimle tanışmak ister ki..? Ne gerek var ya da..? Tanışmanın gizemi, heyecanı mı kaldı..?


Bu tip yazılar yazınca da kendimi sivri dilli, sevimsiz köşe yazarları gibi hissediyorum, bu fikri de sevmiyorum.. Bir şey öğretmek, aşılamak ister gibi.. İsteyen istediğini yapar, ben benimle ilgili bölümden bahsediyorum.. Bu ne gibi, biliyor musunuz..? Geçen vapurdaydım ve birkaç koltuk ötede bir çift sarılmış oturuyordu.. Uzağı tam göremediğimden, yüzleri bir türlü seçemedim.. Liseden bir arkadaşıma benziyordu hatun kişi.. Neyse yolculuk sona erdiğinde yanlarından geçerken uzun uzun baktım kıza anlayabilmek için.. Hayır, kız böyle sarıldığı çocuğun omzunun üstünden benim uzun bakışlarıma manidar bir yanıt verdi.. Liseden tanıdığım arkadaşım değilmiş.. Hayır, şimdi zaten bir güzel çiftsiniz.. Böyle vapurda bile sarılmadan duramayacak haldesiniz.. Hala derdi ne olabilir, diye düşündüm.. Sonra vapurdan inip minibüslere gidene kadar nedenleri düşündüm.. "Sevilmek, beğenilmek".. Bu doğamızda var galiba.. Hani şu hissiyat, hatun benden bir şey beklemiyor, ancak ona bakılması hissi yeterince tatminkar ediyor onu.. Yani ben yazıyorum, kanımca ilginç konulardan da bahsediyorum zaman zaman, yazma fikrimden ve yazdıklarımdan gayet memnunum ve "zıplayan yunuslar" olmayacak bu sayfada, ancak neden kimse konuşmuyor bu konular üstüne..? “Zıplayan yunuslar”ın altında sayısız yorum görüyorum halbuki..

Yorgun argın işten gelip kim bu konuları okumak, hadi okumayı yapabilse bile, tartışmak ister..? Evet, belki de artık tek tip insanlara dönüşmeye başlıyoruzdur.. Bizden istenen neyse o olmaya doğru gidiyoruzdur.. Bunu kabullenmek gereklidir.. Bilemedim..


Öte yandan son olarak aynı çifte bakarken hissettiğim başka bir "garip" duygudan söz edeceğim.. Böyle tavırlar olsun, mimikler, hitaplar, makyaj, süslenme, bakım vs. bir an için böyle tüm bu görüntülerin arkasında "iki hayvanın" koklaşması hissi gibi tuhaf bir duyguya kapıldım.. Böyle anlık ve geçici bir histi zaten, üzerinde pek durmadım.. Hele işin mutfağını düşününce, ne bileyim, buluşana kadar yapılan hazırlıklar ve de akşam yatakta iki uygar ve bakımlı insanın vücutlarının değişik konumlar alacak olması, “insan insana bunu yapar mı..?” dedirten zaman dilimleri.. Ya da ne bileyim, onca takım elbiseler, şık giysiler, tüm o ciddiyet akşam o hale nasıl gelir..? Tam bu tip şeyleri düşünürken bir şey dank etti.. Acaba ben de geçmişteki farklı zaman dilimlerinde kız arkadaşlarımla böyle mi görünüyordum..? Böyle kur yapan hayvanlar gibi mi..? Sonra tüm bu düşünceleri aklımdan silecek bir şey oldu.. Beşiktaş - Taksim dolmuşlarını idame ettiren amca sodasından aldığı büyük yudumun ardından zamanda kırılma yaratacak bir sesle geğirdi.. Tüm dikkatim dağıldı ve en azından hiçbir şey bu kadar hayvansı görünmez, diye düşünüp Beyoğlu'na doğru gittim..


Bu arada o kısacık yolda Beşiktaş – Taksim arası seyahat ücreti 1,80 TL olmuş.. İnsan insana bunu yapmasa da, aynı “hayvanlar” bunu insanlara yaparmış, onu öğrendim..

Hiç yorum yok: