29 Eylül 2009 Salı

İyi Ve Kötü Arasında



"It is no more than a moral prejudice that truth is worth more than appearance.."

"It is we alone who have fabricated causes, succession, reciprocity, relativity, compulsion, number, law, freedom, motive, purpose.."

İnsanın iyiliğe de, kötülüğe de eşit derecede sahip olduğunu düşünüyorum.. Bu düşünce bir anlamda kendi kendini açıklıyor bu yüzden.. "İyi" veya "kötü" insan yoktur..!

Evet, bunu benden duymamış olmanızı umuyorum.. İnsan doğasında hem iyi, hem kötü vardır.. İki zıt kutup gibi algılamayın bunu asla.. Bunlar birbirlerinin tamamlayıcısı.. Biri olmadan, diğeri var olamaz.. İnsan karakterini değerlendiren "sıradan" kişinin gözünden genel “iyi” ve “kötü” derecelendirmesinde kolaylık sağlaması yönüyle belirlenmiş sözcüklerdir.. Öte yandan işin daha gerçekçi yönü, kanımca, bu derecelendirmenin genel hareketlerin "sıradan" bakış açısıyla yorumlanmasıyla elde edilişidir.. "Sıradan" ifadesini kullanmamdaki gaye, bir kişinin iyi veya kötü olduğuna karar verirken dikkate alınan karmaşıklık ölçütüdür.. "Evet, bana kötülük yaptı, o yüzden kötüdür.." ise sıradan bir değerlendirmedir.. "Evet, bir sürü iyiliğinin yanında bir o kadar da kötülüğü vardır, o yüzden ona 'iyi' veya 'kötü' demek kolay olmaz..” gibi bir öneri sıradan olmayan bir değerlendirmedir..

Daha önceden de defalarca belirttiğim gibi “iyi” ve “kötü” diye bir şeyin varlığını yaratanlar biziz.. Bu konuda hala hiçbir şüphem yok.. Ancak aslında bu gece bu konu hakkında yazmak istememin nedeni bu değil.. "Schindler's List", "Max", “The Rise Of Hitler”, "The Reader", "Fargo", "Man On Wire", “Das Experiment” gibi filmleri izledikten sonra giderek daha fazla bir şekilde bu konu hakkında yazma isteği duydum.. Aslında gerçek çıkış noktası tahmin edebileceğiniz üzere Hitler’in II. Dünya Savaşı ile Avrupa’da yarattığı terördü.. Aynı zamanda yakın bir zamanda bu toplama kamplarından birini ziyaret edecek olmanın verdiği garip bir heyecanla dönemi anlatan filmleri bir kez daha izlemem de bu konu hakkında yazma isteğimi tetikledi..

“It's dangerous! It's dangerous to me.. You have to understand, Goeth is under enormous pressure.. You have to think of it in his situation.. He's got this whole place to run, he's responsible for everything that goes on here, all these people - he's got a lot of things to worry about.. And he's got the war.. Which brings out the worst in people.. Never the good, always the bad.. Always the bad.. But in normal circumstances, he wouldn't be like this.. He'd be all right.. There'd just be the good aspects of him - which - he's a wonderful crook.. A man who loves good food, good wine, the ladies, making money..”

Burada kendi görüşlerimi özgürce dile getirebiliyorum.. Aslında bu yeri koruyup yazmaya devam etmemdeki isteği veren de bu özgürlük.. Dolayısıyla kimsenin bu sözleri bir yaptırım, bir "bilmişlik" veya bir "ahkam" olarak algılamamasını bekliyorum.. Bunu belirtmem lazım, gördüğüm kadarıyla yazının karakterine de uygun olarak insanların bu tür tesellilere ihtiyacı var.. O yüzden size bu teselliyi vermeden başlamayacağım..

“İnsan” olmanın en iğrenç yanından bahsediyorum bu gece.. Burada bir kötülükten bahsedeceğim.. Evet, karmaşık anlamıyla.. Yani insanın içinde barındırdığı yarı kötü, yarı iyiden.. Maalesef kötü olma fırsatları verildiği ölçüde kötü, aksi takdirde iyi insan.. Buna tanıklık ettim.. Şöyle açıklayayım.. "Sıradan" bir değerlendirmeyle hep "iyi" davranan insanları gördüm, ancak onlarla konuştum.. Beni tanıdıkları ve benden korkmadıkları için bana dürüst davrandılar.. Söylediklerine göre onların da içlerinde “kötülük” var ve bunu bastırmak için inanılmaz bir çaba veriyorlar ve kabul ettikleri bir gerçeği daha söyleyeceğim.. Söz konusu "kötülükleri" yadsımıyorlar veya kendilerine ait olmadığını söylemiyorlar.. Sadece bastırarak "iyi" olduklarını söylüyorlar.. Bu kısım cidden çok etkileyici, zira "kötülük" en "iyi" insanın içinde bile varlığını sürdürüyor.. Dolayısıyla "kötülük" ve "iyilik" kavramı bambaşka bir boyut kazanıyor.. Şöyle.. Artık "kötülük" veya "iyilik" var mı diye sorgulamıyor insan.. Bir insanın “iyi” olması “kötülüğü” ne kadar bastırdığıyla ilgili olmaya başlıyor.. Bakın, burada çok ince bir ayrım var.. Her insan ne iyi, ne de kötü.. "Kötülüğü" bastırdığı ölçüde "iyi", bastırmadığı ölçüde "kötü"..

Anlatmaya çalıştığım da bu.. Tüm bu katliamları başlatan ve devam ettiren sadece Hitler değil.. Koca bir ulus.. Burada çok ciddi bir yere adım atıyoruz, dostlarım.. İşte burada insan için "iyi" veya "kötü" demenin pek de kolay olamayacağını vurgulamaya çalışıyorum.. Koca bir ulustan söz ediyoruz.. Hepsi mi "kötü" insanlardı sizce..? Ben hiç sanmıyorum ve içimdeki bu "kötü" yönden nefret ediyorum..!

24 Eylül 2009 Perşembe

Sonunda Büyüdük..



"Mama, put my guns in the ground
I can't shoot them anymore..
That long black cloud is comin' down
I feel like I'm knockin' on heaven's door.."

Büyüdük işte.. Bir yerde başladık.. Sonra devamı geldi.. Bazı sözler söylenmedi, biz kendimiz yaşadık, kendimiz gördük.. Bir şeylerin sonu yokmuş gibi göründü.. Kafamıza dayanan silahlarla büyüdük.. İstedik, olmadı.. Sevdik, olmadı.. Ne desen boş, dostum.. Bana neyle gelsen seni dinleyemem.. Biraz ağırım bu gece.. Biraz ağır geliyor sözler.. Vaat edilen cennet bizden çok uzakta.. Şimdi bakıyorum, büyümenin verdiği o utangaç gülümseyiş var yüzlerde.. İstediğim hiçbir şeyin resmini çizemedim.. Biraz yıkımlarla, biraz da gerçekleşmeyen isteklerle dolu hayat.. Herkes için böyle, biliyorum.. Yalandan gülüyoruz.. Yalandan her şey..

Sana aşk yok diyemem, sana bir şey “yok” diyemem, ben asla onu söyleyecek adam olamam.. Ben izledikçe üzülenlerdenim.. Bir şey kalbimi sarar ve beni boğar, ama ben sessizce üzülürüm.. Herkesin düşündüğünün aksine..

İşte bu.. Büyüyoruz.. Her şey bizimle şeklini şemailini değiştiriyor.. Kaybediyoruz.. Hepimiz bir şeyleri inceden inceye kaybediyoruz.. Hayaller aslında umduğumuz gibi değil.. Belki de hiç öyle olmadılar.. Biz öyle istedik.. Biz öyle umduk.. Ama bugün, bu gece.. Bir şeyleri geri döndüremeyeceğim yerdeyim.. Yanlışları görmezden gelemiyorum.. Bir sürü yanlış yaptık.. Sen ve ben.. Biliyorsun.. Biz birer dostuz.. Yürüdüğümüz her yol bizim için bağlarımızı sağlamlaştıracak birer deneyimdi, ama bak, bir şeyler büyüyor, dostum.. Bir şeyler bizden bağımsız şekil alıyor.. Soluyoruz.. Yaprakları dökülüyor geçmişin sonunda.. Hiç solmayacağını sandığımız o yapraklar gözümüzün önünde parçalanıyor.. Bir şeyleri kazanacağız, biliyorum, bir şeyleri tersine çevireceğiz.. Ama hep o büyük “ama”lar olacak.. Artık büyüdük çünkü biz.. Gözlerimiz ne derse desin..

Bir yandan gurur çekip çekiştirir insanı.. “Evet, olmak istediğim adam oldum” demek isterim gönlümce.. Ama olmaz.. Bir adım öteye gittik biz.. Hep bir adım ötesini istedik.. Bir adım ötesine gittik de.. Ama bir yer var, dostum.. Küçük bir yol.. Biliyorum, yanlışlarla dolu.. Biliyorum, bazı şeyleri geri almak çok zor.. Seni kaybetmeyi göze aldım.. İşte bu kadar “büyümüş” olmak beni çok üzüyor..

Yerim yurdum yok benim.. Düştüğümde.. Düştüğümde beni kaldıracak kim var, dostum..? Düşünsene, sakat veya ölü bedenin birileri için yük olacak.. Birileri ölümüne değil de, ölümün için cenazene gelmeye zorlanacak.. Bir şeyleri başaramadığın için değil, dostum, bu düzen böyle.. Kaybediyoruz giderek.. Büyüyoruz..

Hayal ettiğim kadını düşün, dostum, sana portresini çizdiğim o kadını.. Neresinden tutsam kopan o figürü.. Bir şeyleri hayal ederken ne kadar gerçekçi olamadığımızı.. Başımıza yıkılan onca hayali düşün, dostum.. Büyüyoruz, evet..

İstediğimiz her şey olacak, biliyorsun.. Hep öyle büyümüş bakışlarla bakacağız birbirimize.. Her geçen gün.. Her geçen gün bir adım daha.. Her geçen gün bir gün daha büyüyeceğiz.. İstediğimiz hiçbir şey olmasa da.. Sonsuza kadar kaybetsek de.. Hep beraber olacağız.. Birlikte büyüyeceğiz.. Birlikte öleceğiz..

15 Eylül 2009 Salı

Şark/ı



Sevdiğim birkaç şarkı hakkında rastgele yazıyorum..

tool / pushit (live)

gerçekten "on the other side" denilen yerde buluşuluyor şarkı bitince.. hayatımda anlamı bu kadar derin bir şarkı daha yoktur benim için.. böyle ilişkilerin içinden geçmeyen yoktur herhalde.. seviyorsun, seni seviyor, itiyorsun, o da itiyor, sen daha fazlasını yapıyorsun, o daha fazlasını yapıyor.. hatta şarkının orijinalinde "you cheated me, you still love me" sözleri geçer.. öyle bir an gelir ki aldatmak bile doğal olur, o kadar seversiniz ki, yaşadığınız tüm sorunlar sizi aldatmaya kadar götürür, ancak yine de seversiniz.. hastalık gibidir, terk edemezsiniz, bitiremezsiniz..

aşkın bir sürü ödülü vardır, ancak yol açtığı yokluklarla da baş etmek çok güçtür.. iki insanin birbirini sevmesi neden bu kadar zordur oysa ki..? neden hep bir anlayan, bir de anlamayan olur..? bir yerde düz giden her şey neden bir noktadan sonra yerini fay hatlarına bırakır..?

a perfect circle / vanishing

a perfect circle'ın bu şarkısında gerçek anlamda havada buharlasan herhangi bir şeyin hissiyatı vardır.. zayıflayan, sessizleşen, hissizleşen, yiten, çaresizleşen, kıvranan, büklümlenen, devinen her şeyin ağıtıdır bu şarkı..

peach / you lied

İngilizcenin doğası gereği “undestanding is not demanding” ile ne demek istedikleri konusunda üç farklı yorum yapılabilmektedir:

1. anlamam zor değil..

2. anlaman zor değil..

3. anlamak, istemek değildir.

kanımca ilk anlam daha muhtemeldir, fakat bu belirsizlik şarkıya daha da bir güzellik katmaktadır..

tool / jambi

"you're my peace of mind, my home, my center.."

buradaki center/merkez kelimesinin kilit bir anlamının olduğunu düşündürür.. hele bu merkez, merkezkaç kuvvetiyle kendine çektiği sizi iter ve etrafında döndürmeyi başarırsa, merkezin etrafında donen esrik benliğinizi biteviye etrafında tutmayı becerebilirse, en nihayetinde merkezcil kuvveti ile de dengelerse merkezkaç kuvveti, hazzı apayrı olur.. bir insani merkeze koymak demek dengenin bozulabileceğini de kabullenmek olmalıdır belki de..

pink floyd / echoes

“overhead the albatross
hangs motionless upon the air
and deep beneath the rolling waves
in labyrinths of coral caves
an echo of a distant time
comes willowing across the sand
and everything is green and submarine..

and no one called us to the land
and no one knows the where’s or why's..
something stirs and something tries
starts to climb toward the light..

strangers passing in the street
by chance two separate glances meet
and i am you and what i see is me..
and do i take you by the hand
and lead you through the land
and help me understand the best i can..

and no one called us to the land
and no one crosses there alive..
no one speaks and no one tries
no one flies around the sun..

almost everyday you fall
upon my waking eyes,
inviting and inciting me to rise..
and through the window in the wall
come streaming in on sunlight wings
a million bright ambassadors of morning..

and no one sings me lullabies
and no one makes me close my eyes
so i throw the windows wide
and call to you across the sky..”

es.. es..

14 Eylül 2009 Pazartesi

Scarfaeces



Hamartia (tragic flaw) ve hubris.. Üniversitedeyken mitoloji ve etimoloji derslerinde sıkça zikredilen iki kavramdı..

Hamartia, çoğu kez kahramanın karakterinde bulunan ve onun düşüşünü/çöküşünü getiren trajik hatadır.. Karakteri "Dramatis personæ" haline getirir.. Trajediyi çağırır ve kahramanın yazgısını belirler.. Her şey yolunda gibi görünürken karakterdeki küçük bir eksiklik veya yapılan ufacık bir hata bir anda iplik söküğü gibi karakterin sonunu getirir.. Prometheus, Oedipus, Antigone, Gılgamış, Beowulf, Othello, Macbeth, Hamlet, Juliet, Doktor Faustus, Meursault, Boromir, Robert Ford, Tony Montana bildiğim ve sevdiğim trajik kahramanlar arasındadır.. Ancak sonunda izleme şansı bulduğum "Scarface" ile trajik kahramanın gerçek tanımını gördüm.. Film sanki Yunan mitolojisindeki "hamartia olarak hubris"i vurgularcasına başladı, devam etti ve bitti.. Montana'nın "hamartia"sı "hubris"iydi.. "Hubris" yine Yunan mitolojisinde kibrin karşılığı olarak geçer..

Ancak filmi buraya taşımamdaki asıl gaye Montana'nın şu repliği olmuştur:


"What you lookin' at..? You all a bunch of fuckin' assholes.. You know why..? You don't have the guts to be what you wanna be..? You need people like me.. You need people like me so you can point your fuckin' fingers and say, "That's the bad guy.." So.. what that make you..? Good..? You're not good.. You just know how to hide, how to lie.. Me, I don't have that problem.. Me, I always tell the truth.. Even when I lie.. So say good night to the bad guy..! Come on.. The last time you gonna see a bad guy like this again, let me tell you.. Come on.. Make way for the bad guy.. There's a bad guy comin' through..! Better get outta his way..!"


Aslında burada insanlar olarak bencilce pek sevdiğimiz bir durumdan söz ediyor Montana.. İnsanların bazen cesaret edemedikleri durumlarda o cesareti gösterebilen insanları parmakla gösterip karaladıkları zamanlar vardır.. O kişi söz konusu cesareti gösterip eyleme dökmüştür aslında sadece.. Aslında en doğal haliyle saklamadan, yalan söylemeden davranmıştır yalnızca.. Peki biz ne yaparız..? Saklarız, yalan söyleriz, bastırırız, durdururuz, önleriz.. Fakat içimizde vardır aynısı bizimde.. Kimi zaman biz de aynı şeyi vakti zamanında yaptığımız veya düşündüğümüz halde söylemeyiz ve kişinin gösterdiği tavırla ilk kez karşılaşmışız gibi şaşırırız.. Söyleyemeyiz, yapamayız, cesaret edemeyiz.. Sırf bu sebeple o insan "kötü" olur, biz "iyi".. Kendimizi görmeyi sevmeyiz aslında bir yerde.. O cesareti gösteren "kötü" insan da çoğu kez içimizde yatan ve biteviye kaçtığımız kendimizizdir genelde.. Ama suçlamak, parmakla göstermek her zaman daha kolay ve keyiflidir.. En azından Montana'nın durumunda bu böyleydi..

İşte bu yüzden filmde Montana'yı trajik kahramanlardan ayıran birkaç durum daha söz konusu.. Mesela, Montana'nın hep dürüst olması.. Hiçbir zaman yalan söylememesi ve trajedisini başlatan olayın da yine insaniyetiyle alakalı olması.. Şimdi eğer herkese kötü görünen bu adamın iyi özelliklere sahip olması ve bunlar nedeniyle de çökmesi göz önüne alınırsa Montana bir anti-kahraman olabilir.. Ancak olaya şu açıdan da bakmak mümkün.. Montana'nın kibri ailesi, eşi, en iyi arkadaşı ve mafya çevresiyle arasını bozarak olası bir çöküşü zaten getirecekti.. Dolayısıyla Montana gayet trajik kahraman da sayılabilir.. Hatta başına gelen çoğu kötü hadise yine trajik kahraman oluşuyla bağlantılı.. Suikast olayını önlemiş olması yalnızca bu çöküşü hızlandırıyor.. Kimi kaynaklarda Montana 'anti-kahraman' gibi tanıtılsa da benim kanaatim yine de 'trajik kahraman' olduğundan yanadır..

9 Eylül 2009 Çarşamba

Sarafan Desenli Rüya



Savaş sonrasında birer viraneye dönmüş evlerle dolu bir şehirde yürüyorum.. Yeşil çimleri ezilmiş, şehrin yaşlı adamlarının saçları gibi yer yer seyrekleşmiş; ağaçları çoktan yapraklarını dökmüş parklardan geçiyorum.. Gözlerinin altı çökmüş, yorgun bakışlı yaşlılarla dolu bir şehir.. Konuşmayı pek sevmiyor buranın insanları..

Ben takip ediyorum.. Birini izlediğimi biliyorum.. O’nu uzakta görüyorum.. Fakat henüz çok yakın değilim.. Gözlerim uzağı çok iyi göremediğinden kim olduğunu seçemiyorum.. Hava o kadar soğuk ve buhranlı ki ruhuma kesif bir kasvet çöreklenmiş, istesem de gülemiyorum.. Yollar kimi zaman daralıyor, kimi zaman yokuş oluyor.. Kimi zaman ıssızlaşıyor iyiden iyiye.. Tren yolundan geçiyorum sonra.. İzlemeye devam ediyorum..

Giderek adımlarımı hızlandırıyorum.. Hava kararmadan O’na ulaşmam gerekiyor.. En azından içimde böyle bir his var.. Uzun ve sarp bir merdivenin başında duruyorum.. Artık yürümekten yorulmuş olmalıyım ki demirlerine tutunup bekliyorum bu eski merdivenin.. Yine cılız çimler bitmiş merdiven eşiklerinde.. O ise uzun paltosu ve yuvarlak şapkasıyla hızla yukarı çıkıyor merdivenlerden..

Merdivenleri çıkmaya başlıyorum.. Etrafımda ellerinden merdiven demirlerine kelepçelerle bağlanmış mutsuz kadınlar var.. Kimi ağlıyor, kimi düşünceli.. Hiçbiri bana bakmıyor.. Sanki kendilerinden bir başkasıyla ilgilenemeyecek durumdalar.. Yukarı bakıyorum.. O arkasını dönüyor.. Bana gülümsüyor.. Beni çağırıyor.. Merdiven sonsuza uzanıyormuş gibi görünüyor aşağıdan, ama umut veriyor bana.. Çıkıyorum.. Daha yukarı..

Umut demişken.. Bir Matruşka almaya karar verdim.. Matruşka umut demek benim için.. Hayata karşı direnmek gibi.. Gücünün son damlasına kadar savaşmak gibi.. Küçülse de, giderek azalsa da son parçaya kadar hala umut var gibi..

“As I think of you
From this dark century
I will always be
With generosity

That we both may share
The hope in hearing
That we're not just
Spirits disappearing..”

8 Eylül 2009 Salı

Demokles’in Kılıcı




"There is no coming to consciousness without pain.."

Farkındalık.. "Saf" mutluluk/tasasızlık üzerinde uzanan, at kılına bağlı keskin bir kılıç olmuştur benim için.. Aslında bir noktadan sonra buna dönüşmüştür.. Sorunlu bir çocukluk dönemi geçirmedim.. Trajik olaylara maruz kalmadım.. Gayet normal bir çocuk gibi büyüdüm ben de.. Sokakta plastik top oynadım, terleyip terleyip su içtim, muzun ve Kinder Surprise'ın nispeten pahalı olduğu yıllarda büyüdüm, zengin arkadaşlarımın evinde Intertoy oyunları oynamaktan haz aldım, halıları yol yapıp araba sürdüm, Betamax ve VHS kasetlerle film izledim, geç bir zamanda bilgisayara sahip oldum, kaset kapaklarından şarkı sözlerini okuyup şarkılara eşlik ettim, garson boy diye yutturulan anlamsız, büyük ve biçimsiz elbiseler giydim, hiçbir zaman istediğim uzunlukta saç kesimi yaptıramadım, babaanne veya anneanneye özgü salçalı ekmeklerden yedim, Rotring, Susam Sokağı vb. derken bu yaşa kadar geldim..

Ama sonra bir yerde kırılma noktası geldi.. Şüphe başladı.. O ana kadar verilenleri aldım, aldım, aldım.. Televizyondan, aileden, arkadaşlardan, öğretmenlerden.. Sonunda aldıklarım darasına sığmamaya başladı.. Başlangıçta taşıp önüme düşenlere şüpheyle baktım.. İğreti duranları yokladım.. Böyle anlatılan, gösterilenlerle benim bulduklarım arasındaki farklara odaklandım.. Sonra büsbütün daranın içine daldım gözleri ateş saçan kuduz gibi.. Ani bir aydınlanma anını defalarca yaşadım.. İşte o vakit yılların Tombo kalemi, benim için bir anda Tombow oldu.. Plastik topla attığım gollerin veya atamadıklarımın sorumlusu tam olarak ben değildim mesela, muz o kadar da aşmış bir şey değildi, Kinder Surprise reklamlarında şaşkınlıktan deliye dönen çocuklar gibi şaşırmak mümkün değildi, Intertoy oyunlarının da tıpkı benim oyunlarım gibi kırılabilen malzemelerden yapıldığı bir gerçekti, halıdaki motifler belirlenirken asla oyuncak arabalar için otoyol yapmak düşünülmemişti oysa ki, Betamax ve VHS’de dil seçeneği yoktu, geç zamanda sahip olduğum bilgisayarla bir matematik hipotezi bile üretemedim, kaset kapaklarındaki kimi sözlerin şarkıdakilerle aynı olmayabileceğiyle tanıştım, annem ve babamın saçımı sürekli olarak kısa kestirmelerinin ardındaki nedenin bir şekil kaygısı olmadığını öğrendim, efsanevi olarak yalnızca babaannemin yapabildiğine inandığım o salçayı markette bir rafta gördüm, Rotring'im sürekli uçları kırmaya başladı ve Susam Sokağı'ndaki tüm yaratıklar aslında birer insandı..





Bunların tümü “büyümek”ti.. Onun da farkına vardım.. Sonra.. Sonra bu irdeleme bitmek bilmedi.. Daha soyut konulara dair farkındalık kazanmaya başladım.. Devamlı olarak eleştirel bir bakış açısı yakalamaya çabaladım.. Durduğum, üzerine bastığım zemini devamlı olarak kontrol ettim.. Devamlı olarak eşeledim.. Sonra..?

Sonra farkındalık arttıkça saf mutluluk benden giderek uzaklaştı.. Böyle her bir şeyi sevemez, her bir şeye ilgi duyamaz, her bir şeyi olduğu gibi kabul edemez, her bir şeyi isteyemez, her bir şeyle tatmin olamaz, her bir şeye inanamaz oldum.. Bir kere edindikten sonra isteseniz de sizden gitmeyen bir tecrübeye dönüştü farkındalık.. Kendimin ve insanların eylemlerini dış perdeden incelemeye, söylediğim ve söylenen her sözün altındaki diğer anlamları aramaya başladım, incelikli ve düşünceli olmayan davranışlara karşı tahammülsüzlüğüm gelişti, bazen kendimi diğerlerine yabancı hissettim, sessiz oturmaya başladım sırf sinirimden, boş konuşan insanlara nefret duymaya başladım, kırlarda el ele koşan çiftlere hayret ettim, insanların neden el ele tutuştuklarını düşünmekten öpüşmenin ardında yatan bilimsel gerçeği aramaya kadar giden durmayan, kimi zaman rahatsız edici bile olabilen her şeyi net görmeye çabalama inadına kadar geldi dayandı tüm bu sorgulayış..

Aklın bacaları temizlendikten sonra sorgulamaya dair süreç asla durmak bilmiyor.. Daha da uçlara gidiyor.. Daha da çirkinleşiyor o bir zamanların pembelikleri.. En sonunda susmak geliyor içinizden.. Apartman merdivenlerini inerken bile kafanızdan sayısız düşünce geçiyorsa, kimi zaman anlamsız fikirler uyumanızı engelliyorsa, karşınızdakinin bir bakışının altındaki tüm olası anlamları gözden geçiriyorsanız, size hakaret eden kişi o olayı çoktan unutmuşken siz, bu hakarete neden olmuş olabilecek tüm davranışlarınızı bir bir irdeliyorsanız saf mutluluk ve ona dair tüm imgeler artık size bir daha uğramayacaktır.. Ama size iyi bir haber vereyim, dalganın götürdüğü o oyuncakları istemeye devam etmeyeceksiniz de.. Duvar yıkıldı, perde indi ve işin en acısı size duvarı yeniden örme, perdeyi yeniden asma şansı verilseydi bile bunu yapmazdınız.. Sizi temin ederim..

6 Eylül 2009 Pazar

Mucize




"Miracles.. Events with astronomical odds of occurring, like oxygen turning into gold.. I've longer to witness such an event, and yet I neglect that in human coupling.. Millions upon millions of cells compete to create life, for generation after generation until, finally, your mother loves a man.. Edward Blake, the Comedian, a man she has every reason to hate, and out of that contradiction, against unfathomable odds, it's you - only you - that emerged, to distill so specific a form from all that chaos.. It's like turning air into gold.. A miracle.."

3 Eylül 2009 Perşembe

Bardağın Dolu Tarafı



“Swirling round with this familiar parable..
Spinning, weaving round each new experience..
Recognize this as a holy gift and celebrate this
chance to be alive and breathing
chance to be alive and breathing..

This body holding me reminds me of my own mortality..
Embrace this moment.. Remember.. We are eternal..
A
ll this pain is an illusion..”


Aynada kendime bakarken çok tuhaf bir his duydum.. Aklımın içindeki tonlarca düşünceyi, algıyı, duyuşu, bilinci, konuşmayı, yazıyı, görüntüyü tutan bir ben vardı, bir de onu taşıyan bir vücut..

Aslında ben istediğim kişiyim içeride.. Raskolnikov’um ben aklımın içinde bazen.. Nietzsche'yim.. Kanun kaçağıyım kafamın içinde zaman zaman.. Şeytanım.. Operadaki hayaletim bazen.. Bazen Mersault’yum.. Bir başka zaman Tomáš’ım.. Bazen Javier Bardem.. Kimi zaman Roy Walker’ım.. Bazen mavi haydut.. Bazen üniversiteden bir dost.. Bazen babam.. Bazen annem gibi konuşuyorum sanıyorum.. Bazen istemediğim biri gibi.. Bir sürü gülüşüm var sanıyorum ben.. Bir sürü yüz ifadem.. Gözlerim içimdekileri anlatıyor diye biliyorum.. Saçlarım bazen uzun, bazen kısa oluyor benim.. Gözlerim bazen mavi bakıyor, bazen siyah.. Bazen herkes seviyor biliyorum beni.. Bazen tüm dünya nefret ediyor benden.. Bazen çok seksi sanıyorum kendimi.. Bazen evden dışarı çıkasım gelmiyor.. Bazen çok etkili konuştuğumu sanıyorum.. Bazen fazla konuştuğumu.. Bazen mavi giyiyorum biliyorum kendimi.. Bazen siyah.. Bazen sırtımda kınında kılıcımla gezdiğimi sanıyorum.. Bazen de çevirmen.. Bazen çok yakışıklıyım ben, bazen korkuncum.. Bazen düşünceliyim, bazen yalnızca boş bakıyorum.. Bazen niyetimi belli ediyorum ben, bazen belli ettiğimi sanıyorum.. Bazen hoşlanıyorum birinden.. Bazen kimseyle konuşasım gelmiyor.. Bir sürü karmaşa yaşıyorum içimde, dışarıdan sadece gülüyorum kimi zaman.. Dışarıdan çok üzgün görünüyorum bazen, içim kıpır kıpır oluyor.. Uykusuz görünüyorum bazen, bazen uyku mahmuru.. Endişeli görünüyorum bazen, bazen sakin.. Kızdığımı sanıyorum bazen, öyle sanmama kızıyorum sonra.. Ben sürekli değişiyorum içimde.. Ama hep tutarlı olduğumu sanıyorum yine de..

Bazen..


Ben her şey oluyorum içimde, her yere gidiyorum.. Ama zavallı vücudum sadece bana hizmet ediyor.. Yemek yiyor ki ben “bazen”leri yaşamaya devam edeyim.. Yorgun düşüyor, uykuya yatıyor "bazen"leri daha zinde yaşayayım diye.. Vücudum beynimin içindeki o çeşitliliğe tek bir şekilde yanıt veriyor.. Beni bu kabın içinde yaşatıyor.. Beni taşıyor.. Aklımın gidemeyeceği yerlere götürüyor beni yürüyerek.. Bir filme uzanıyor raftan, izleyeyim diye.. Vücudum.. Kan, sinir, kas ve iskelet.. Hepsi beni taşıyor içinde.. Beni muhafaza ediyor.. Beni içinde tutuyor.. Bana hizmet ediyor..



Aklımın içinde ölümsüzüm ben.. Zamansızım.. Sonsuza kadar varım.. O kadar büyüğüm.. O kadar geniş.. O kadar özgürüm.. Ben hiç öleceğime inanmıyorum aklımın içinde.. Ama bedenim bana ölümlülüğü hatırlatıyor durmadan.. Acıyı kullanıyor ölümlü olduğumu hissettirmek için.. Çabalıyor bir şekilde.. Ben gençken bile bana yaşlandığımı söylüyor.. O yüzden değil mi, insan yaşlandığını hissedemez ya bir türlü..? Çünkü vücut yaşlanır, kabı eskir aklın..

Vücudumdan sürekli bir şey bekler insanlar bir de.. Sırf akıl olarak var olsaydım kimse beni orduya almazdı mesela.. Kimse bana aşık olmazdı.. Kimse bana orgazm yaşatmazdı.. Kimse beni incitmezdi.. Kimse duymazdı.. Kimse görmezdi.. Kimse tanımlamazdı.. Kimse "güzel" veya "çirkin" demezdi.. Kimse gülüşüme hasta olmaz, bakışımdan kin duymazdı.. İş yerinde beni beklemezdi birileri.. Yemek yemezdim artık.. Kimse önüme çeşitli tatlar sunmazdı.. Hiçbir şeyi deneyim edemezdim.. Hep aklımın içinde kalırdım.. Sonsuz..

Nefes kutsal.. Etrafındaki tüm o güzellik ve güzelliğin basitliği.. Hayatı kucaklama.. Takdir etme.. Sevme.. İsteme.. Deneyim etme.. Daha fazlasını isteme.. Daha fazlasına imrenme.. Hissetme.. Duyma.. Hepsini vücudum veriyor bana.. "Tamam," diyor bana “sen ebedisin.. Sen asla yaşlanmayacak, asla eriyip bitmeyeceksin..” Sonra “Ama,” diyor.. “ben sana sınırlı da olsa güzellikleri yaşatacağım, sana aracı olacağım.. Gayelerine ulaş benim üzerimden.. Kullan beni.. Hayatı tanı sayemde.. Tüm bu güzelliklerin ardından ben öleceğim bir gün, sen de benimle geleceksin, akıl.. Tüm ebediyetine rağmen benim geçiciliğimi önleyemeyeceksin.. O yüzden.."

“O yüzden, ne..?” diye soruyorum..

“O yüzden tadını çıkar tüm bu güzelliğin.. Bu anın tadını çıkar.. Ben daha fazla eskiyip yitmeden..”