11 Ağustos 2009 Salı

Enjoy The Silence



Logos..

Sözdür tam Türkçesi.. Sözcük veya kelimeyle karıştırılmamasında fayda vardır bu yüzden.. Söylenendir bir başka deyişle.. Konuşma konusudur, konuşma eyleminin kendisidir bazen..

Logos, hristiyanlıkta da kendine yer bulmuş bir sözcüktür.. Bir nevi tanrının kelamı olarak düşünülmekteydi ve o kelamı bize aktaran da peygamberlerdi.. Onlar sayesinde "söz"e ulaşırdık.. Ve söylenen söz tanrının kendisine aitti.. Bir anlamda tanrının kendisiydi..

Bu yüzden “söz” sahibi olmak, evreni kavramak, olayları anımsamak, yaşamı kolaylaştırmak, nesneleri kategorilere ayırmak ve insanlar arasındaki haberleşmeyi olabildiğince standart bir zemine getirmek gayeleriyle bağdaşıktır.. İşte bu nedenledir ki herhangi bir muhabbette "söz"ün hakimi, "söz"ü belirleyen, çoğu kez gücü de eline alır.. Konuşur, anlatır, bize dünya görüşünü yansıtır, kendi bakış açısını ve yaşama biçiminin güzelliğini dayatmak ister.. Ortama hakim olmak ister.. Bu tip kişiler genellikle sessizlikten pek bir korkar..


Sessizliği, sözün olmaması olarak algılar çoğu kez.. İletişimin salt sözle gerçekleşebileceğine inanır.. Bu yüzden devamlı olarak sessizliği bozar.. Sağır edicidir çünkü sessizlik onun için.. Denetlenmesi, sınırlaması gerekir zira.. Sessizlikte bir tedirginlik duyar.. Bilinmeyenleri vardır sessizliğin.. Bir sürü soru işareti vardır muhteviyatında, söz gibi sınırlı değildir.. O yüzden sessizlik anlarında kişi “acaba birbirimizden sıkılıyor muyuz..?”, “hayat çok mu sıkıcı..?” sorularından “beni sevmiyor mu..?” sorusuna kadar gider.. Örnek verelim hemen.. Bahsettiğim insan tipi şunu çok severek yapar mesela: dışarıda geziyorsunuz, ikiniz de böyle sırılsıklam terlemişsiniz, o yüzden asabiyetin getirdiği bir sessizlik anında size gelir ve “sıcak mı oldu ne..?" gibi anlamsız bir müdahaleyle mevcut sessizliği hakimiyeti altına almaya çalışır..

Sözün sınırlayıcılığı bazen öyle bir noktaya gelir ki, "bana beni sevdiğini söylemedin hiç" bile diyecek kıvama gelir kişi.. O ana kadar yaptığınız tüm eylemlerin farkında olsa bile sözlü halini ister onun.. Bilinen bir biçime sokulmuş halini.. "Hani tüm sevgililer birbirine der ya, sen de bana ondan de" der gibi..

Bu anlamda mevzu bahis hatun kişiyse genele garip gelecek ilişkilerim olmuştur.. Böyle resmi bir “çıkma teklifi”, “seni seviyorum”lar gerçekleşmemiştir çoğu zaman.. Bir anda sevgili olmuşuzdur, bunu sözle söylemeye gerek duymadan.. Zira şahsen elimden geldiğince trafik levhası kabilindeki yol belirleyicilerden kaçınmaya çalışmakta fayda görüyorum bu aşamalarda.. Bir kalıba, biçime sokmadan yan yana durabilen insanlar olmayı seçiyorum.. Başka kimseyle yan yana durmaktan o kadar keyif alamadığı için yan yana duran insanlardan söz ediyorum.. Adlandırmadan, zorunluluk duymadan.. Tamamen birbirini duyan, isteyen iki insandan.. İşte o vakit, sözün de, sessizliğin de yeri ve zamanı kendiliğinden zuhur ediveriyor.. O vakit kimse maske takmıyor keza..

Sessizlikte çoğu kez daha bir bilinçlidir insan.. Konuşma anında akıl garip bir şekilde yalnızca söze odaklanır.. Duyular etkinliğini azaltır.. Söz ve sözün ifadesine yönelik hummalı bir gayret olur.. O gayret sırasında deneyimlerin çoğu gözden kaçırılır.. Yaşam tamamen sözün konuşulduğu ana indirgenir.. En kötüsü de ifade ederken çok dikkatli olmanız gerekir.. Karşınızdaki sizi tanımıyorsa özellikle, tamamen sözünüz ne derse o’sunuzdur.. Başka bir kapı da bırakmaz sözleriniz.. Ve işte söz söyledikçe sizin düşünce sınırlarınız, bir konudaki genel görüşünüz, düşünceniz, inancınız salt sözün gittiği yönde algılanmaya başlar.. Somutlaştırayım.. Misal "Yaşlıların otobüslere binmesine izin verilmemeli" gibi bir önermeyle ortaya çıkarsanız ve devamında başka bir söz söylemezseniz, yaşlılarla ilgili dünya görüşünüzü, dolayısıyla insanlara, dolayısıyla hayvanlara, dolayısıyla doğaya vb.'ne yönelik görüşlerinizi bir anda söylemiş olursunuz.. Biliyorsunuz, genelde düşüncelerimiz birbirine bağlıdır.. Mesela "hayvanları sevmiyorum" diyen bir adam "insanları da sevmezsin o zaman" gibi bir karşılık alır.. Anlamsız bağdaştırmalar yapılır ve bu çılgınlığı toplumun geneli de kucaklar.. Neyse.. Ne diyorduk..? Evet, bu yaşlılarla ilgili önerme akabinde “Onların oturabileceği ve yalnızca onlara özel bir araç olmalı” lafı gelmediği sürece sürekli olarak gergin bir tedirginlik hali içinde kalırsınız.. Aslında bu da yaşlılarla ilgili tüm düşüncelerinizin onda biri falandır.. Ancak işte sınırlayarak, orada o sözü söyleyerek yaşlılarla ilgili bakış açınız konusunda dönüşü zor bir dönemece girersiniz.. Daha önce hiçbir fikrinizin olmadığı konuda söz söylediyseniz hele, bazen o söze inanmaya ve o ana kadar öyle bir çabanız olmadıysa bile sırf söylediğiniz için onu savunmaya bile başlarsınız.. Sözün en hasis yanı da budur.. Öteki tüm sözlerinizi dışarıda bırakır..


Ancak sessizlikte hayal gücü de daha çok çalışır, hayatı da bütünlüklü görme şansı bulursunuz.. Şöyle bir geriye bakın.. Kendinizi yargıladığınız zamanlar hep sessizlikle örtüşecektir.. Duyuları daha fazla kullanma, muhakeme yapabilme, bilinci öne çıkarma zamanlarıdır çünkü sessizlik zamanları..

“Söz” de, "sessizlik" de iki kişi arasındayken en belirgin biçimini alır.. Bence gerçek sevginin veya iletişimin asıl yüzü de iki kişinin sözlü/sözsüz iletişiminin başarısında saklıdır.. Bu yüzden ben sustuğumda beni dinleyenle, konuşurken beni anlayanla birlikte rahat hissediyorum kendimi.. Sözü de, sessizliği de yormayanla.. "Olmama" izin verenle.. Ki bu sayede birlikte o sessizlikte bazen daha çok söz söyleyebildiğimizi de görmedim değil..

Hiç yorum yok: