Sizin de tahmin edebileceğiniz üzere ismini bulmakta çok zorlanmadığım bir film türü.. O yüzden bu isim hakkında herhangi bir patent iddiam olmayacak, ancak bunu da tıpkı drama, komedi, gerilim, macera, korku vs. olarak değerlendirdiğimi bilmenizi istiyorum.. Yani benim için onlar ne drama, ne komedi, ne gerilim, ne macera, ne korku.. Onlar “karizmatik film”..
Nedir “karizmatik film"..? Karizmatik film karakterlerinin çoğunlukla iş bitirici (smooth operator) olduğu, çok konuşmayıp eylem insanları olduğu, giyim kuşam açısından yenilikçi ve çığır açan nitelikte olduğu, farklı ve sıra dışı davranış biçimleriyle kendinizi isteseniz de yerlerine koyamayacağınız kişiler olan ve tabiatı itibariyle sevseniz de, sevmeseniz de, izleseniz de, izlemeseniz de "Yalnızca film festivallerini takip ederim", “Hollywood filmi izlemem", "Bağımsız film severim", "Uzak Doğu sineması aşığıyım" gibi iddialı laflar etseniz de, siz ne yaparsanız yapın sizsiz de karizmatik olacak filmlerdir.. Onların sınıfı odur.. Türü böyledir.. O kadar "havalı" olurlar..
Aklınızda belli belirsiz birtakım filmler canlanmaya başlamış olabilir.. Ancak burası benim blog sayfam ve yine doğal olarak kendi zevklerimden dem vuracağım..
Öncelik sırası vererek gitmek istiyorum.. Bu yüzden kötüden iyiye doğru gideceğim..
Domino / Tony Scott
Domino Harvey rolüyle Keira Knightley ve Ed Moseby rolüyle Mickey Rourke.. Mickey Rourke’un karizmatik olmadığı çok az film vardır zaten.. Spun’dan başlar, The Wrestler’a kadar gideriz.. Ancak bu film bana özellikle bir kadın karakterin ne kadar baştan çıkarıcı olabileceğini göstermiştir.. Keira Knightley’yi normalde beğenmem, sıska ve tekdüze bulurum, fakat bu filmdeki Keira Knightley bildiğimiz Keira Knightley değil zaten.. İşte o yüzden Domino bir “karizmatik film” benim için..
The Devil's Rejects / Rob Zombie
Zaten kendi başına “karizmatik” tabirine cuk diye oturan Rob Zombie'nin yönetmenliğini yaptığı ve gıpta ederek baktığım ve de bana hayatımda vakti zamanında önemi olan birini hatırlatan eşi Sheri Moon Zombie’nin Baby rolüyle yine baştan çıkarıcı bir kadın karakteri canlandırdığı, aynı zamanda Bill Moseley’in Rob Zombie’nin kardeşi gibi bir karakter olan Otis’i oynadığı başka bir karizmatik film.. Soğukkanlı, iş bitirici ve sıra dışı..
Bram Stoker's Dracula / Francis Ford Coppola
Gary Oldman’ın Dracula’yı canlandırdığı ve özellikle de gençliğini izlediğimiz bölümlerde şapkası, gözlüğü ve sakal-bıyık birleşimiyle son derece karizmatik göründüğü ve tabii ki içlerinden birini Monica Belluci'nin canlandırdığı Dracula’nın o tehlikeli, fakat baştan çıkarıcı (femme fatale) gelinlerinin bulunduğu bir başyapıt.. Jonathan Harker rolüyle Keanu Reeves’i afsunladıkları sahne hala gözümün önünden gitmez..
Natural Born Killers / Oliver Stone
Woody Harrelson’ın Mickey Knox, Juliette Lewis’in de Mallory Knox adlı psikopat seri katil karakterlerini canlandırdıkları başka bir karizmatik film.. Oliver Stone’da genel olarak “karizmatik film” üretme potansiyeli var.. The Doors filmi de başlı başına oldukça havalıdır.. Onu buraya eklemedim, zira o karizmayı veren doğrudan Jim Morrison'un kendi yaşamı olabilir o filmde..
Natural Born Killers'ta karakterlerimizin umarsız, iş bitirici, soğukkanlı, pasif agresif tavırlarının yanı sıra özellikle unutamadığım unsur aralarındaki psikopat aşktı.. Öyle bir aşk ki sanki başka biri aralarına giremez gibi.. Ne olursa olsun, yine birleşirler, birbirlerini bulurlar gibi.. Delice, tehlikeli derecede aşık olmak.. Ancak deli meli deyip geçmeyin, akıllı olduğuna inandığım kimsenin öyle sevebileceğini düşünmüyorum.. O kadar ileriye gitmez en azından.. Bundan eminim..
V For Vendetta / James McTeigue
Hayatıma damgasını vuran çizgi roman uyarlamalarından biridir.. Senaryo daha geniş bir izleyici kitlesine hitap etmek adına biraz seyreltilmiş de olsa, gerçek anlamda o çizgi romanın daha iyi bir uyarlamasının yapılamayacağını düşünüyorum.. Wachowski biraderlerin filme bir şekilde el attığı açık.. Onların da “karizmatik film” üretme potansiyeli var gerçekten.. Çığır açan fikirlere sahipler.. Misal V’nin kendini tanıtırken neredeyse her sözcüğünün “v” harfiyle başladığı şu monolog onların ürünüdür:
"Voila!
In view, a humble vaudevillian veteran cast vicariously as both victim and villain by the vicissitudes of fate..
This visage, no more veneer of vanity is a vestige of the vox populi, now vacant, vanished..
However, this valorous visitation of a bygone vexation stands vivified and has vowed to vanquish these venal and virulent vermin vanguarding vice and vouchsafing the violently vicious and voracious violation of volition..
The only verdict is vengeance, a vendetta held as a votive not in vain, for the value and veracity of such shall one day vindicate the vigilant and the virtuous..
Verily, this vichyssoise of verbiage veers most verbose.."
Yaşam standardından, entelektüel birikimine, giyiminden ödül/ceza muhakemesine kadar tam anlamıyla “karizmatik” bir karakter olan V ile bu film de sıralamadaki yerini almıştır..
Fight Club / David Fincher
Üzerine yorum yapmaya pek gerek yok diye düşünüyorum.. Ailecek sevdiğimiz tüm özelliklerinin yanı sıra tarzıyla da çığır açmış Tyler Durden rolünü canlandıran Brad Pitt ile “deli gözleri" (crazy eyes) sahibi Helena Bonham Carter'ın Marla Singer'ı.. Özellikle kırmızı ceketi, havalı saçları, ardından da kürkü, gözlüğü ve kısa saçlarıyla Tyler Durden “havalı” dediğimiz kategoriye girerken Marla Singer öldürücü darbe (killer blow) kabilinde sigara içişi ve deliliğe yakın tavırlarıyla yine baştan çıkaran bir kadın karakteri olarak boy gösteriyor.. Kendisini normalde beğenmem, çok da güzel bir kadın değildir, ancak Marla Singer çok güzel bir kadın.. İşte yine bu nedenlerden ötürü “karizmatik filmlerin kare ası”nda Fight Club’ı saymamak büyük bir eksiklik olur..
The Matrix Üçlemesi / Andy Wachowski - Larry Wachowski
Yine zamanının çığır açan filmlerindendir.. Gemi mürettebatındaki en önemsiz kişi bile Matrix’e adımını attığında öyle bir şekle şemaile bürünür ki.. Hayır, filmin görsel efektlerdeki başarısını, ilklerini ve bir deha ürünü olan senaryosunu bir kenara bırakın, sırf giyim kuşam ve diyalogları açısından her bir karakter başlı başına "karizmatik"tir.. Ajan Smith bile.. Ve kıyafetler.. Gerçekten yine sinemaya siyah renkli kıyafetin kötü adamlarla ilgili olmadığını ilk kez gösteren ve siyahın aslında iyi veya kötü değil de yalnızca "karizmatik" olabileceğini gözler önüne seren bir film olmuştur..
Adı bile trajik bir mitoloji karakterinin adı olan Persephone'yi canlandıran Monica Bellucci.. Bir gün bir uzaylı gelip bana “Kadın nedir, dünyalı..?" dese "Kadın Monica Bellucci'dir, gidin, onu bulun.." derdim..
Son olarak özellikle de Zion'da toplu seks (orgy) mahiyetinde özgürce, delice ve estetik biçimde filme alınan o ağır çekim dans sahnesi olaya noktayı koymuştur..
Planet Terror / Robert Rodriguez
“Karizmatik film” denince Oliver Stone, David Fincher, Wachowski biraderler bir yana, Robert Rodriguez bir yana.. Bu adamın elini attığı her filmde bu sinsi havayı yakalamak mümkün.. Planet Terror, ilk izlediğim andan itibaren gerek çekimleri, gerek karakterleri açısından “karizmatik film” tanımını yapmıştır benim yerime..
Öncelikle Wray rolüyle Freddy Rodriguez.. Sakin, bilge, iş bitirici ve karizmatik bir karakter..Ancak benim için filmin kahramanları Dr. Dakota Block rolüyle Marley Shelton ve tabii ki Cherry Darling rolüyle Rose McGowan.. Biri korkak, masum.. Diğeri cesur, vahşi.. Ancak ikisi birleşince “Evet, bundan olsun..” dedirtiyorlar insana.. Rose McGowan’ı normalde çok çekici bulmam bir Monica Bellucci kadar.. Ancak Cherry Darling bir rüya kadın.. İşte yine bu ve bunun gibi bir sürü nedenden ötürü Planet Terror ikinci sıradaki yerini almıştır..
Sin City / Robert Rodriguez – Frank Miller – Quentin Tarantino
Başladığı çatı katı sahnesinden Hartigan’ın ölümüne kadar her sahnesi, her diyalogu, her karakteri karizmatik olan, size “karizmatik film”i tanımlarken feyzaldığım başyapıt.. Siyah beyaz karikatür tarzı çekimine yer yer etkili renk numuneleri atan, yine aşkın "aşk" olduğu, karakterlerin ölümüne "havalı" olduğu yegane filmdir..
Karizmatik Marv, Dwight ve Hartigan karakterlerinin üzerine ne söylesem zaten az kalacaktır.. İmrenilesi yaratıklardır.. Bunun yanı sıra gerçekte de çok beğendiğim, Shellie rolüyle Brittany Murphy, Gail rolüyle Rosario Dawson ve normalde çok beğenmediğim, ancak filmde gerçek bir kadına dönüşen Nancy Callahan'ı canlandıran Jessica Alba filmin karakterine bire bir örtüşen oyuncular..
"Böyle fahişe mi olur..?" dedirten fahişeleri var bir de Sin City'nin.. Ve onların gözlerini kan bürüyen bir sahne var bir de.. O da hiçbir zaman gözümün önünden gitmez.. Film beni öyle etkilemiş olacak ki vakti zamanında bilgisayarım açılırken gerzek Windows açılış sesi yerine şunu:
- ... ask yourself if that corpse of a slut is worth dying for..
- Worth dying for.. Worth killing for.. Worth going to hell for.. Amen..
kapanırken de gerzek Windows kapanış sesi yerine şunu kullanıyordum:
- The fire, baby.. It'll burn us both.. There's no place in this world for our kind of fire.. My warrior woman.. My valkyrie.. You'll always be mine.. Always.. And never..
Bu arada fotoğraf arayışım sırasında "A Tribute to Fight Club" (Fight Club’a Övgü) adlı bir çalışma buldum.. Kadınların Fight Club'ı olsaydı, nasıl olurdu sizce..?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder