29 Ağustos 2009 Cumartesi

Karizmatik Film



Sizin de tahmin edebileceğiniz üzere ismini bulmakta çok zorlanmadığım bir film türü.. O yüzden bu isim hakkında herhangi bir patent iddiam olmayacak, ancak bunu da tıpkı drama, komedi, gerilim, macera, korku vs. olarak değerlendirdiğimi bilmenizi istiyorum.. Yani benim için onlar ne drama, ne komedi, ne gerilim, ne macera, ne korku.. Onlar “karizmatik film”..

Nedir “karizmatik film"..? Karizmatik film karakterlerinin çoğunlukla iş bitirici (smooth operator) olduğu, çok konuşmayıp eylem insanları olduğu, giyim kuşam açısından yenilikçi ve çığır açan nitelikte olduğu, farklı ve sıra dışı davranış biçimleriyle kendinizi isteseniz de yerlerine koyamayacağınız kişiler olan ve tabiatı itibariyle sevseniz de, sevmeseniz de, izleseniz de, izlemeseniz de "Yalnızca film festivallerini takip ederim", “Hollywood filmi izlemem", "Bağımsız film severim", "Uzak Doğu sineması aşığıyım" gibi iddialı laflar etseniz de, siz ne yaparsanız yapın sizsiz de karizmatik olacak filmlerdir.. Onların sınıfı odur.. Türü böyledir.. O kadar "havalı" olurlar..

Aklınızda belli belirsiz birtakım filmler canlanmaya başlamış olabilir.. Ancak burası benim blog sayfam ve yine doğal olarak kendi zevklerimden dem vuracağım..

Öncelik sırası vererek gitmek istiyorum.. Bu yüzden kötüden iyiye doğru gideceğim..


Domino / Tony Scott


Domino Harvey rolüyle Keira Knightley ve Ed Moseby rolüyle Mickey Rourke.. Mickey Rourke’un karizmatik olmadığı çok az film vardır zaten.. Spun’dan başlar, The Wrestler’a kadar gideriz.. Ancak bu film bana özellikle bir kadın karakterin ne kadar baştan çıkarıcı olabileceğini göstermiştir.. Keira Knightley’yi normalde beğenmem, sıska ve tekdüze bulurum, fakat bu filmdeki Keira Knightley bildiğimiz Keira Knightley değil zaten.. İşte o yüzden Domino bir “karizmatik film” benim için..


The Devil's Rejects / Rob Zombie


Zaten kendi başına “karizmatik” tabirine cuk diye oturan Rob Zombie'nin yönetmenliğini yaptığı ve gıpta ederek baktığım ve de bana hayatımda vakti zamanında önemi olan birini hatırlatan eşi Sheri Moon Zombie’nin Baby rolüyle yine baştan çıkarıcı bir kadın karakteri canlandırdığı, aynı zamanda Bill Moseley’in Rob Zombie’nin kardeşi gibi bir karakter olan Otis’i oynadığı başka bir karizmatik film.. Soğukkanlı, iş bitirici ve sıra dışı..


Bram Stoker's Dracula / Francis Ford Coppola


Gary Oldman’ın Dracula’yı canlandırdığı ve özellikle de gençliğini izlediğimiz bölümlerde şapkası, gözlüğü ve sakal-bıyık birleşimiyle son derece karizmatik göründüğü ve tabii ki içlerinden birini Monica Belluci'nin canlandırdığı Dracula’nın o tehlikeli, fakat baştan çıkarıcı (femme fatale) gelinlerinin bulunduğu bir başyapıt.. Jonathan Harker rolüyle Keanu Reeves’i afsunladıkları sahne hala gözümün önünden gitmez..



Natural Born Killers / Oliver Stone


Woody Harrelson’ın Mickey Knox, Juliette Lewis’in de Mallory Knox adlı psikopat seri katil karakterlerini canlandırdıkları başka bir karizmatik film.. Oliver Stone’da genel olarak “karizmatik film” üretme potansiyeli var.. The Doors filmi de başlı bına oldukça havalıdır.. Onu buraya eklemedim, zira o karizmayı veren doğrudan Jim Morrison'un kendi yaşamı olabilir o filmde..


Natural Born Killers'ta karakterlerimizin umarsız, iş bitirici, soğukkanlı, pasif agresif tavırlarının yanı sıra özellikle unutamadığım unsur aralarındaki psikopat aşktı.. Öyle bir aşk ki sanki başka biri aralarına giremez gibi.. Ne olursa olsun, yine birleşirler, birbirlerini bulurlar gibi.. Delice, tehlikeli derecede aşık olmak.. Ancak deli meli deyip geçmeyin, akıllı olduğuna inandığım kimsenin öyle sevebileceğini düşünmüyorum.. O kadar ileriye gitmez en azından.. Bundan eminim..



V For Vendetta / James McTeigue


Hayatıma damgasını vuran çizgi roman uyarlamalarından biridir.. Senaryo daha geniş bir izleyici kitlesine hitap etmek adına biraz seyreltilmiş de olsa, gerçek anlamda o çizgi romanın daha iyi bir uyarlamasının yapılamayacağını düşünüyorum.. Wachowski biraderlerin filme bir şekilde el attığı açık.. Onların da “karizmatik film” üretme potansiyeli var gerçekten.. Çığır açan fikirlere sahipler.. Misal V’nin kendini tanıtırken neredeyse her sözcüğünün “v” harfiyle başladığı şu monolog onların ürünüdür:

"Voila!
In view, a humble vaudevillian veteran cast vicariously as both victim and villain by the vicissitudes of fate..
This visage, no more veneer of vanity is a vestige of the vox populi, now vacant, vanished..
However, this valorous visitation of a bygone vexation stands vivified and has vowed to vanquish these venal and virulent vermin vanguarding vice and vouchsafing the violently vicious and voracious violation of volition..
The only verdict is vengeance, a vendetta held as a votive not in vain, for the value and veracity of such shall one day vindicate the vigilant and the virtuous..
Verily, this vichyssoise of verbiage veers most verbose.."


Yaşam standardından, entelektüel birikimine, giyiminden ödül/ceza muhakemesine kadar tam anlamıyla “karizmatik” bir karakter olan V ile bu film de sıralamadaki yerini almıştır..


Fight Club / David Fincher


Üzerine yorum yapmaya pek gerek yok diye düşünüyorum.. Ailecek sevdiğimiz tüm özelliklerinin yanı sıra tarzıyla da çığır açmış Tyler Durden rolünü canlandıran Brad Pitt ile “deli gözleri" (crazy eyes) sahibi Helena Bonham Carter'ın Marla Singer'ı.. Özellikle kırmızı ceketi, havalı saçları, ardından da kürkü, gözlüğü ve kısa saçlarıyla Tyler Durden “havalı” dediğimiz kategoriye girerken Marla Singer öldürücü darbe (killer blow) kabilinde sigara içişi ve deliliğe yakın tavırlarıyla yine baştan çıkaran bir kadın karakteri olarak boy gösteriyor.. Kendisini normalde beğenmem, çok da güzel bir kadın değildir, ancak Marla Singer çok güzel bir kadın.. İşte yine bu nedenlerden ötürü “karizmatik filmlerin kare ası”nda Fight Club’ı saymamak büyük bir eksiklik olur..


The Matrix Üçlemesi / Andy Wachowski - Larry Wachowski


Yine zamanının çığır açan filmlerindendir.. Gemi mürettebatındaki en önemsiz kişi bile Matrix’e adımını attığında öyle bir şekle şemaile bürünür ki.. Hayır, filmin görsel efektlerdeki başarısını, ilklerini ve bir deha ürünü olan senaryosunu bir kenara bırakın, sırf giyim kuşam ve diyalogları açısından her bir karakter başlı başına "karizmatik"tir.. Ajan Smith bile.. Ve kıyafetler.. Gerçekten yine sinemaya siyah renkli kıyafetin kötü adamlarla ilgili olmadığını ilk kez gösteren ve siyahın aslında iyi veya kötü değil de yalnızca "karizmatik" olabileceğini gözler önüne seren bir film olmuştur..


Adı bile trajik bir mitoloji karakterinin adı olan Persephone'yi canlandıran Monica Bellucci.. Bir gün bir uzaylı gelip bana “Kadın nedir, dünyalı..?" dese "Kadın Monica Bellucci'dir, gidin, onu bulun.." derdim..


Son olarak özellikle de Zion'da toplu seks (orgy) mahiyetinde özgürce, delice ve estetik biçimde filme alınan o ağır çekim dans sahnesi olaya noktayı koymuştur..


Planet Terror / Robert Rodriguez


“Karizmatik film” denince Oliver Stone, David Fincher, Wachowski biraderler bir yana, Robert Rodriguez bir yana.. Bu adamın elini attığı her filmde bu sinsi havayı yakalamak mümkün.. Planet Terror, ilk izlediğim andan itibaren gerek çekimleri, gerek karakterleri açısından “karizmatik film” tanımını yapmıştır benim yerime..


Öncelikle Wray rolüyle Freddy Rodriguez.. Sakin, bilge, iş bitirici ve karizmatik bir karakter..Ancak benim için filmin kahramanları Dr. Dakota Block rolüyle Marley Shelton ve tabii ki Cherry Darling rolüyle Rose McGowan.. Biri korkak, masum.. Diğeri cesur, vahşi.. Ancak ikisi birleşince “Evet, bundan olsun..” dedirtiyorlar insana.. Rose McGowan’ı normalde çok çekici bulmam bir Monica Bellucci kadar.. Ancak Cherry Darling bir rüya kadın.. İşte yine bu ve bunun gibi bir sürü nedenden ötürü Planet Terror ikinci sıradaki yerini almıştır..


Sin City / Robert Rodriguez – Frank Miller – Quentin Tarantino


Başladığı çatı katı sahnesinden Hartigan’ın ölümüne kadar her sahnesi, her diyalogu, her karakteri karizmatik olan, size “karizmatik film”i tanımlarken feyzaldığım başyapıt.. Siyah beyaz karikatür tarzı çekimine yer yer etkili renk numuneleri atan, yine aşkın "aşk" olduğu, karakterlerin ölümüne "havalı" olduğu yegane filmdir..


Karizmatik Marv, Dwight ve Hartigan karakterlerinin üzerine ne söylesem zaten az kalacaktır.. İmrenilesi yaratıklardır.. Bunun yanı sıra gerçekte de çok beğendiğim, Shellie rolüyle Brittany Murphy, Gail rolüyle Rosario Dawson ve normalde çok beğenmediğim, ancak filmde gerçek bir kadına dönüşen Nancy Callahan'ı canlandıran Jessica Alba filmin karakterine bire bir örtüşen oyuncular..


"Böyle fahişe mi olur..?" dedirten fahişeleri var bir de Sin City'nin.. Ve onların gözlerini kan bürüyen bir sahne var bir de.. O da hiçbir zaman gözümün önünden gitmez.. Film beni öyle etkilemiş olacak ki vakti zamanında bilgisayarım açılırken gerzek Windows açılış sesi yerine şunu:

- ... ask yourself if that corpse of a slut is worth dying for..
- Worth dying for.. Worth killing for.. Worth going to hell for.. Amen..

kapanırken de gerzek Windows kapanış sesi yerine şunu kullanıyordum:

- The fire, baby.. It'll burn us both.. There's no place in this world for our kind of fire.. My warrior woman.. My valkyrie.. You'll always be mine.. Always.. And never..

Bu arada fotoğraf arayışım sırasında "A Tribute to Fight Club" (Fight Club’a Övgü) adlı bir çalışma buldum.. Kadınların Fight Club'ı olsaydı, nasıl olurdu sizce..?



26 Ağustos 2009 Çarşamba

Love In The Time Of..



"Age has no reality except in the physical world.. The essence of a human being is resistant to the passage of time.. Our inner lives are eternal, which is to say that our spirits remain as youthful and vigorous as when we were in full bloom.. Think of love as a state of grace, not the means to anything, but the alpha and omega.. An end in itself.."


"Because my inside is outside
My right side's on the left side"

"Can't you understand
Oh my little girl..?"



"I discovered to my joy, that it is life, not death, that has no limits.."


24 Ağustos 2009 Pazartesi

1/2



- Perhaps you're forgetting, you're engaged to Muriel..
- Forgotten it..? Can a man dying of thirst forget water..? And do you know what would happen to that thirst if it were to be denied water..?
- If I understand you correctly, you sound almost indecent..
- What names you give things..!

“Gölge” kavramından yola çıkarak bugün de Sigmund Freud’un alt benlik (id), benlik (ego) ve üst benlik (superego) yapısı ile bunlarla bağlantılı olarak öteki benlik (alter ego) kavramı hakkında yazmak istiyorum..


Okurumun bu kavramların ne anlama geldiğini bildiğini düşündüğüm veya bilmiyorsa bile kendisinin araştıracağına inandığım için tek tek tanımlarını yapmadan söz konusu kavramları kullanarak anlatmak istediğim veya bana ilham veren tarafları üzerinde duracağım..


Benliğin sunumunda alt benlik ile üst benliğin devamlı bir çatışma halinde olduğunu düşündüğümüzde insan davranışları hakkında temel bir içgörü kazanmış oluyoruz.. Aslında bu kavramları kullanmasak bile içimizdeki zincirsiz hayvan ile sosyal kimliğimizin mücadelesini görmek pek zor değil benlikler olarak.. Örneğin, izleyenler anımsar, "Körlük" diye Türkçeye çevrilen “Blindness" adlı filmde geçerli toplumsal yapı (“sosyal konjonktür” ifadesini pek sevmiyorum..) yerinden oynadığında, insanların; eğitimli veya eğitimsiz; ahlaklı veya ahlaksız; zeki veya geri zekalı; birbirlerini yeme konusunda sınır tanımayacağını görmüştük.. Bu anlamda alt benliğin günümüzdeki bastırılmış hali bütünüyle, mevcut düzenin bekasına bağlı olarak üst benliğin ve dolaylı olarak benliğin denetiminde.. Üst benlik yapılmış tüm toplumsal anlaşmalarla uyumluluk göstererek “Hayır, hayvanlaşmak yok, karanlığına geri dön..” der bir anlamda alt benliğe.. Tabii ki bu denetime benlik de katılır, keza üst benliğin rolü daha bilinçsiz edimlere bağlıdır, bu yüzden tesiri daha kavidir benliğe nazaran..

Üst benlik biraz "ortak bilinç/bilinçaltı”, biraz da “toplumsal bilinç/bilinçaltı” tesirinde kaldığından birey ikisinden birini yırtsa diğerinde takılır kalır.. Toplumundan bağımsız yaşadığını, düşündüğünü iddia eden birey bile (şayet bir mağarada herkesten uzak yaşayarak bugünlere gelmediyse) bilinçsiz olarak üst benliğinde yaşadığı toplumdan büyük veya küçük izler taşır; hiç olmadı genel insan davranış biçimlerinden parçalar barındırır.. Tüm bu tesirler altındaki üst benliği tümüyle göz ardı etmek mantıklı olmaz bu yüzden.. Mantıklı olamaz daha doğrusu..

Ancak birey üst benliğini bilinçsiz düzeyden bilinçli düzeye çekebilir; eyleminde veya düşününde üst benliğin varlığını ve o varlığın oluşma nedenlerini çözmeyi denerse ve tüm bu süreçlerde bir yandan da ilkel alt benliği denetlemeye de çabalarsa.. Çabalarsa..


Ne olur, biliyor musunuz..? Ben biliyorum.. Birey nur topu gibi bir “öteki benlik” doğurur.. "Öteki benlik" benlikte ister istemez ikinci bir benliğin baş göstermesi anlamına gelir.. Bir nevi denetim altındaki “şizofren”, bir nevi “Tyler Durden”.. Kişi; ailesinin, akrabalarının, toplumun belirli kesiminin veya sizi ancak üst benliğinizle görmeye tahammül edecek herhangi bir bireyin veya bireylerin yanında olduğu gibi doğrudan benliğini (veya öteki benliğini -hangisi olacağı mühim değil, ancak “öteki” sözcüğünü cazibesi nedeniyle “benliği” olarak ele alıyorum..-) göstererek o toplumsal yapı içerisindeki yerini koruma amacıyla rol yapar.. Ben bu zamanları “istemli geçici tünel görüşü” olarak adlandırıyorum.. Temel olarak söz konusu bireyler sizi böyle istediği için onların yanında rol oynarsınız.. (İsterseniz oynamazsınız, ancak bunu yapanlara "deli" diyorlar nedense..) Böylelikle karakterinizde rol yapmayan ve gerçek sizi temsil ettiğini bildiğiniz bir karakter daha baş gösterir.. İşte onun adı “öteki benlik”tir.. Öteki benliğin doğum sancıları kesiftir, ancak bir kez doğdu mu, bir kez gelişti mi, üst benliğin tesirini olabildiğince azaltır, alt benliği biraz daha denetimsiz bırakır ve alt benliğe biraz zeka ve bilinç bahşeder.. İşte o noktada sen misin hayvana hayvan diyen.. Aklın mutfağında öyle bir yeni benlik biçimi yaratırsınız ki hem sınırlı, hem sınırsız; hem özgür, hem özgür değil.. Biliyorum, biraz korkutucu, biraz şizofrenik.. Ancak şayet aileyi, toplumu, ülkeyi, dünyayı tümüyle göz ardı eder yaşarım diye bir inancınız varsa (ki insan doğası söz konusu olduğunda bu ironik bir beklenti olur..) isterseniz şizofreni yaşamayın; izin verin, hep “öteki benlik” sizi temsil etsin..


Ha, bir de “öteki benliği” gerçekten “ötekinde” bulma zevki vardır.. Onu da yaşayan bilsin yalnızca, ben anlatmayayım..

23 Ağustos 2009 Pazar

Gölge Oyunu



“Everyone carries a shadow, and the less it is
embodied in the individual’s conscious life,
the blacker and denser it is..
At all counts, it forms an unconscious snag,
thwarting our most well-meant intentions..”

"Gölge” kavramı her insan bilincine içkin bir ilk örnek/arketiptir.. Gölge dediğimizde insan zihninde “bilinçaltında bulunan”, “bastırılmış”, “geliştirilmemiş" ve “reddedilmiş” her şeyden söz ediyoruzdur.. Kişinin kendinin farkında olabilmesi için öncelikle gölgesiyle yüzleşmesi gerekir.. Her ne kadar çoğu eylemimizin bilincinde olsak da söz konusu kendimizin, isteklerimizin, seçimlerimizin ve inançlarımızın farkında olmak olduğunda hiçbir birey kendisiyle ilgili bu “gölge” sırrını bütünüyle çözdüğünü iddia edemez olur.. Ancak kişi bilinçsiz biçimde devamlı olarak gölgesinden kaçmayı da seçebilir.. Kendiyle tanışmanın, kendini anlamanın en temel yolu gölgeyle buluşmaktır.. Gölgede; en çirkin, en yanlış, en hatalı, en başarısız, en korkak, en hayvansı, en bencil “ben” de olabilir; benim keşfedemediğim, benim yansıtmadığım ve henüz gösteremediğim tüm iyi niteliklere sahip “ben” de bulunabilir.. Burada aslolan gölgenin iyi/kötü niteliği değildir; önemli olan bilinç düzeyindeki "ben" ile gölge "ben" arasındaki tanışıklık, anlaşma ve uzlaşmadır bu anlamda..


Gölgesiyle uzlaşamadığını birinci elden gördüğüm, bir başka deyişle görecek kadar tanıdığım birkaç insan oldu hayatımda.. Devamlı olarak içine dönmekten, asıl kendiyle tanışmaktan, yüzleşmekten kaçarak, kendisini dara sokan eylemlerini görmezden gelerek veya yaptığı belirli seçimlerin içini kanattığını görmesine rağmen, aslında mevcut konumundan hiç memnun olmasa bile bir "nedenden" ötürü durduğu yerde durmayı seçmeye devam eden, bu "nedeni" hiç sorgu kefesine yatırmayan, yaşadığı sıkıntıların külfetini devamlı olarak “başkalarına” veya “şanssızlığa” mal eden ve “nedene” dair bir içgörü kazanmadığı için kısır bir döngüyle bir sonraki seçiminde ve daha sonrakinde ve ondan sonrakinde biteviye hata ağına takılıp kalan zihinler tanıdım..

Bu insanları bilirsiniz.. Etrafımızdadırlar.. Her yerde onlara rastlamak mümkündür.. Bazıları gerçekten zeki de olur.. Normalden daha zeki, daha anlayışlı ve daha incelikli.. Bu yüzden onlarla yaşanan bu “tanışma” deneyimi biraz daha üzücü olur.. O kadar zeki birinin bu çıkmaza düşmüş olmasını anlayamazsınız.. Kendinin hiç farkında olmadığını (veya çok az farkında olduğunu), bir tür gölge oyunu oynadığını ve aslında perdenin arkasında uzun süredir sakladığı başka bir benliğinin olduğunu, fakat onu gün ışığına çıkarmadığını siz bile sezersiniz, ancak o sezemez.. O, günlük hayatın acelesinde akışa kaptırmıştır kendini biraz, her şeyden sıyrılıp kendine vakit ayırmaz ve hatta çoğu kez yalnız kalmaktan ödü patlar.. Yalnızken "gölge"yle tanışma ihtimalinin farkındadır, ancak biteviye inkar eder ve baskılar gölgesini.. “Ben öyle biri değilim”, der.. Kendisi hakkında konuşulmasından hoşlanmaz.. Hatalarında kendini haklı çıkarır.. Hatta biri bana "benim hakkımda söylediklerin çok fazla geliyor" demişti, "bunları duymak beni huzursuz hissettiriyor." İşte tam da bu..! O huzursuzluk hissiyatı ipin ucunu ele veriyor.. Söylediğim sözler, gölgesini dışarı çağırıyor.. Bir ayin gibi.. Konuştuğum her dakika kendiyle ilgili öğrendikleri onu korkutuyor.. Korktuğumuz her şeye karşı davranışımızı biçimlendiren o ilkel içgüdüyle “itiyor”, “uzaklaştırıyor..” Bazen de “yanlış anlaşıldığını” düşünüyor basitçe..


Gölgeyle tanışmanın ilk adımı, kendi hayatımızın sorumluluğunu tamamen üstlenmek.. Ancak bütünüyle, bakın.. Bu oldukça önemli.. Bir anda.. Bıçak gibi keskin.. Başkalarının tasarımlarına göre hayatı idame ettirmekten vazgeçmek.. Kararsızlık anında başkalarına danışmamak.. Tüm desteği kendinde bulmak ve karar anı geldiğinde tamamen "kendi”nden feyzalmak.. En sonunda da eyleminin sonucuna katlanmak, eyleminin sonucuyla yüzleşmek.. Şayet sonuç sizin için kötü olmuşsa yeni deneyimlerde yeni seçimler yapacakken bu deneyimi ve sonuçlarını anımsamak; anımsarken de kendinin farkında olmak..

“As above, so below, as within, so without, so that the miracle of the one can be established..”

Bir sonraki adım, reddetme ve bastırma mekanizmasını durdurmak olacaktır.. Bu noktada reddetme ve bastırma dürtüsünü tetikleyen eylemlerin kaynaklarını saptamaya çalışmak gerekecektir.. Bu toplum olabilir, ahlak kuralları olabilir, ailenin yetiştirme biçimi olabilir, baba figürü olabilir, anne figürü olabilir veya çok etkilenilen bir arkadaş olabilir.. Veya çok sevilen bir kitap.. Çok büyütülen hayali bir kahraman veya çok sevilen bir senaryo.. Nedeni sayısız olabilir, ancak kişinin kendi hayatındaki bu etmenleri saptaması çok güç değildir.. Karşısında görüp de gereğinden fazla tepki gösterdiği veya içten içe kendini kötü hissetmesine neden olan sözleri, özellikleri veya olayları karşısına alabilmelidir birey.. Size söylendiğinde aşırı tepki göstermediğiniz bir sürü konu da vardır, ancak nedense bazılarından kaçmak, bazılarını ötelemek istersiniz ve bunlara karşı gereğinden fazla tepki gösterirsiniz.. Hatta o aşırı tepkinin ardından bir uyanma durumu olur içeride bir yerlerde.. “Niye bu kadar kızdım ki, niye bu kadar tepki gösterdim ki..?" gibi.. İşte o anda gölgeyle ilk köprüler atılmıştır aslında.. Ama üzerine gitmezseniz bastırma ve reddetme mekanizması derhal devreye girecektir.. Sizi tekrar “bilinçsiz” akışa sürükleyecektir büyük bir zevkle..

Son olarak toplum, aile veya arkadaşlar tarafından kabul edilip edilmemeyi akıldan çıkarmak geliyor.. Bu en ağır ve en güç süreçtir.. Gerçekten böyle derinin ete yapışması gibidir başkaları önünde oluşturulmuş tüm bu “özsaygı” değerleri, bu sosyal konum.. Başkalarıyla yan yanayken “Ben böyle biri değilim..” demek, onların tepkisinden korkmak, sahip olunan pozisyonun yerinden oynayıp yok olmasından çekinmek.. Sevilmeyeceğini, istenmeyeceğini düşünüp korkmak.. Sırf bu yüzden susmak.. Sırf bu yüzden "karanlık tarafı" gömmeye çabalamak.. İçinizde bir eylemi gerçekleştirmek, onu seçmek, istemek veya ona uygun davranmak için her türlü kanıt buluyorken sırf bu etmenlerin uğruna bu hislerin varlığını reddetmeye çabalamak..

Şu hissi kesinlikle yaşamışsınızdır.. Tam ağzınızdan bir söz çıkar.. O anda ya siz fark edersiniz, ya da karşınızdaki size fark ettirir.. Onu veya onun gözündeki konumunuzu kaybetme korkusu devreye girer ve "Hayır, öyle demek istemedim.." dersiniz.. İşte tam da öyle demek istemişsinizdir aslında.. "Gölge" öyle dedirtmiştir size..


Dürüstçe ve açıklıkla kurulan, gerçek bir iletişimde (hepimiz bunu muhakkak birileriyle yaşamışızdır) kişi güç mücadelesinden uzaklaşmayı başarabilir, kendini yavaş yavaş açar ve ötekinin kollarına bırakırsa gölgesiyle tanışmaya yaklaşabilir.. Gerçekten yanında ezilip büzülmekten korkmadığımız, yanında kendimizi rahat hissettiğimiz, güç mücadelesine girmediğimiz, bizi biz olarak kabul eden biriyle birlikteyken kurduğumuz iletişimde kendimizle ilgili söylemediklerimizi söylemeye başlarız veya o bize bizle ilgili saptamalarını söyler, biz de buna karşı koymayız.. İşte tam o anda yine uyanışın kıpırtıları olur.. Kişi eylemlerine, kişiliğine, hatalarına, başarılarına, karakterine ve yaşamına ilişkin aydınlık bir içgörü kazanmaya başlar.. Uyanır..

Daha önceden bahsettiğim gibi "denge" çok önemli bir unsurdur.. En nihayetinde bilinç ile bilinçaltı arasındaki çatışma anlarında bastırmak, reddetmek veya ötelemek yerine "dengeyi" bulmaya özen göstermek gölgeyi kucaklamak anlamına gelir.. Artık bastırmaktan vazgeçersiniz.. Artık engel olmaktan.. Ama sınırlarınızı bilirsiniz.. Uçlarda yaşamak ile bastırıp reddetmek arasındaki o dengeyi yakalarsınız.. Kendinizle tanışırsınız en sonunda..! Daha doğrusu kendinizin bugüne kadar karanlık kalmış tarafıyla.. Artık reddetmek ve bastırmak yok.. Sonucu "ideal”lerle ters düşmek olsa bile.. “İdeal” diye söz edilenlere aykırı davranmak olsa bile.. Belirlenen "ideal yaşam"ın "ideal" güzellikleriyle restleşmek olsa bile.. Bildiğiniz ve bildiğinizde sizi daha mutlu edecek bir şeye kavuşacaksınız "diğer tarafa geçince".. O da kendiniz.. Karanlık tarafınız.. Perdenin arkasındaki siz..

“Whatever one does not live, lives against one..”