Hiç yoktan aklıma Platon'un yaratılıştaki kadın-erkek ilişkisinden dem vurduğu metaforik anlatımı geldi.. Biraz Tantrik kozmolojisindeki tanrısal çift Shiva ve Shakti'nin kusursuz ve parçalanamaz bütünlüğünü andırır bu benzetme.. Yapışık bir kadın-erkek figüründen söz eder Platon.. Birlikte hareket eden ve üremek için bir başkasına ihtiyaç duymayan androjen bir varlıktan.. Tabii ki Yunan tanrıları bu bağımsız varlığa karşı pek bir acımasız olurlar, onun kimseye ihtiyaç duymayacak kadar bağımsız oluşu saf itaati seven Yunan tanrılarını pek bir rahatsız eder.. Bu androjen varlığı güçsüz kılmak için ikiye bölerler ve böylece kadın-erkek ayrımı ortaya çıkar.. Ve o gün bugündür iki ayrı beden tek beden olmak için coşkuyla kucaklaşmaktadır, bu kucaklaşmanın adı da cinsel birlikteliktir.. İşte bu yolla kadın ve erkek yeniden bağımsız bir canlıya dönüşür, parçalanamaz bir bütünlük inşa eder..
Aslında bu doğrultuda çok eğlenceli başka bir tema daha geldi aklıma.. O da Carl Gustav Jung’un çok sevdiğim "anima" ve "animus" kavramlarıdır.. "Anima" her erkekteki bilinçdışı feminen taraftır ve psikolojideki yankısı büyük olmuştur.. Erkeklerdeki baskın kadınsılık bu kavramla açıklanagelmiştir.. "Animus" da bunun kadınlardaki karşılığıdır.. Bu kavramların en güzel tarafı, "persona" denilen toplum arasındaki kimliğine yön vermek amacıyla erkek çocuğa arabalar alıp, futbol izletmek; kız çocuğa bebekler alıp, onu pembelerle süslemektir.. Ancak çocuk "anima"sını bilinçdışı bir şekilde keşfeder ve "persona"sına katarsa işte ondan sonra otobüs, uçak, bebek, pembe hak getire.. Anima ve animus kavramları da bir noktada bu yaratılıştaki androjen varlığın emareleri olarak görülebilir..
İşte bu yüzdendir hep aklımda androjen varlığın imgeleri vardır söz konusu aşk olunca.. Ve nedense zıt karakterlerin bütünlüğü olarak hayal ederim daha çok.. Yani çiftler birbirine zıt olmalı ve o zıtlık kertesinde bütünlük sağlayabilmeliler.. Shiva’nın potansiyeli, Shakti’nin kinetiği müjdelemesi gibi.. İkilinin halihazırdaki özellikleri hiçbir şey yaratmıyorken zıtlıkların uyumunda evren, yaratılış ortaya çıkıyor.. Tepkimeler oluşuyor, sürekli yeniye dair devinim oluyor..
Tabii ki hala geriye bilinmezlik keyfi kalıyor ki o da ikilinin ayrılığının göstergesi mahiyetinde..
Öyle ya.. Bir insanın karşısındakinin dış yönünü bilip onun gerçek iç dünyasını yatakta birbirlerine dolansalar dahi hiçbir zaman kendi hissiyatıymış gibi deneyim edememesi ne garip..! Sanki hüzünlü bir tekillik bırakıyor peşinde..
Aynı şekilde bir erkeğin bir kadının duyduğu orgazmı, hissettiklerini, bir erkeğin bir hareketinin manevi, bir dokunuşunun maddi anlamda hissettirdiklerini asla bilememesi, ilk elden deneyim edememesi ne garip..!
Aynı şey tat alma, duyma, görme, koklama duyuları için de geçerli.. Tekil, görece ve öznel hepsi..
Bir insanın asla kendisinin dıştan nasıl göründüğünü, uyandırdığı (ilk) intibayı kestirememesi, gülüşünün tesirini, yüzündeki saflığı, ciddiyeti, kendi kendine kestirememesi ne garip..!
Ölesiye tekiliz bilincin ve algının içinde.. Ölesiye bireysel bütün deneyimler.. Bir başkasıyla yan yana dursan bile ölüm kadar sessiz ve bireysel..
Keşke yeniden androjen olsak..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder